Mutfak Temizliği ve Jeotermal Elektrik Santrali

Sözün başladığı yerdeyiz. Şimdi anlatmazsam, sonra ağlarım.
Mutfak Temizliği ve Jeotermal Elektrik Santrali bugün misafirim oldular. Evime gelen her misafire gösterdiğim gayretle onları iyi ağırlamaya çalıştım. Sıcak çorbamı içişlerini, yumuşak divanımda yatışlarını seyrettim. Aralarındaki eşsiz benzerliği keşfetmenin heyecanı bu keşfi paylaşmanın arzusuyla beni masa başına oturttu.
Sabah sevgilimle yaptığımız neşeli kahvaltının üzerine, kendime bu sıralar sıkça sorduğum o malum soruyu sordum: Bugün kendimle ne yapsam? Tezgahtaki bulaşıklar, ocaktaki taşmış kahve ve sıçramış yağ, yeri belirsiz sirke kavanozları, meyve kasası, fayans zemindeki kırıntılar derdime çare oldu: Haydi mutfağı temizleyeyim! Aldım elime suyu sabunu başladım yıkamaya. Bulaşıklar oldu pırıl, tezgah ferahladı, taze kurulu sirkeler hak ettikleri yerlere yerleştiler. Her şey iyi gidiyor. Yıkadıkça azalıyor içimdeki sıkıntı. Derken sıra ocağa geldi. Beyazlatıcı cifle taşık kahvenin yer değiştirdiği şenlikli dansın ortasında bir de ne göreyim, demin sildiğim yerde şimdi yeni lekeler. Hadi… Dönersin gerisin geri ciflersin yeni baştan ama fayda yok, yağ lekesi yerini peynir kırıntısına bırakıyor. Alıyorum bu sefer sarı bezi, peynir gidiyor ince kaş kılı yerleşiyor. Gaz musluklarının arasındaki kurumuş lekelere çaresin tamam ama bu sefer de kıllar kırıntılar fink atıyor. Kırk yılın başı bir HD temizlik yapayım demişim ama yok. Orayı ovalıyorum olmuyor, burayı çitiliyorum çıkmıyor. Aklım ermiyor nedene nasıla. Ben on on beş dakika kendimi paralayıp yorarken sevgilim geldi. Kan ter içinde durumu izah ettim, ha işte böyleyken böyle. “E aşkım!” dedi “o sünger, o sarı bez temiz değil ki.”
Sevgilim ve ben şehirden kaçmadık. Sakince voltamızı aldık ve köye yerleştik. Sessizleşmek, sadeleşmek istedik.. Bu bana iyi geliyor. Henüz pek yeni sayılırız köyde ama Jeotermal Elektrik Santrali projeleri vesilesiyle, köy ahalisiyle çabucak tanış olduk. Seferihisar Orhanlı bölgesine tam on dört jeotermal enerji kuyusu açılmak isteniyor. Sorsan kağıt üstünde hepsi başka başka şirketler. Arazi satın alanlar başka, şantiye kuranlar başka, işletme haline gelecekler başka… Ama sahiplerinin sahiplerine doğru bir dedektiflik oyunu oynasan görüyorsun, hepsi yalan, hepsi aynı talan. Bu 14 kuyudan birisinin yolu da ha bizim evin önünden geçiyor. Sen sakinlik isteyerek kalk şehirden köye yerleş, sonra evinin önü şantiye yolu olsun. Bu benim şahsi dramım tabi, doğanın dramıysa daha derin daha acı. Jeotermal Elektrik Santrali yer altı sıcak sularını çekip elektriğe çeviriyor, bunu yaparken çok yüksek ısıda su buharını havaya veriyor. Santralin kurulu olduğu bölge gittikçe ısınmaya başlıyor. Geçmiş vakitte şantiye işçilerinden biri ağzından kaçırdı, tam iki bin beş yüz metre derine iniyormuş sondaj. Yuh, dedim be kardeşim! Yerin iki buçuk kilometre altına inmişler, oradan eli boş dönmek olmaz çekilen suyla beraber gelen tüm zehri de basıyorlar atmosfere, -sanki babasının atmosferi. Söylediklerime inanmıyorsan git bak, önünde taş gibi emsal var: Aydın-Buharkent. İki voltajlık elektrik, üç kuruşluk dünya malı uğruna patır patır kanser oluyor, ölüyor insanlar. Hoş kanserden ölmese, acından ölecekti artık oradaki köylünün ektiği mandalinadan, diktiği bakladan hayır gelir mi.
Orhanlı ahalisi çok bilinçli, maşallah! Durumun farkına varır varmaz yasal işlemlere başlandı. Yüzlerce bireysel dilekçeyle; İzmir Valiliğine, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne, Seferihisar Kaymakamlığına, Seferihisar Belediyesine, Tarım Orman İl Müdürlüğüne, Çevre ve Şehircilik Müdürlüğüne herkese dilekçeler yazdı, buraya Jeotermal Tesis yapıyorlar hey haberiniz var mı! Şirketin ne bir ruhsatı ne bir izni ne bir başvurusu… Hiçbir şey ya, hiçbir yasal dayanak yok. Ankara’daki bazı takım elbiseler, bazı takım elbiselerden söz almış! Karşılığında ne vermiş bilen yok. Sermayenin aymazlığı öylesine tüyler ürpertici ki gelip köyün mesire ve düğün alanına işçilerin kalması için 15 konteynırla yatakhane bile kuruyor. Bize bir şey olmaz ya, biz söz aldık! Sonra izinleri yok diye belediye gelip kaldırdı götürdü konteynırları neyse ki ama bu evvel zamanın haberi bunun mutfak temizliğiyle bir ilgisi yok. Peki neyin ilgisi var sabırlı okuyucu? Bugün olanların.
Meğersem bizim evin önünden geçip şantiye alanına giden yol az ileride köyden bir amcanın zeytinliğinden geçiyormuş. Bu amcadan birkaç ay önce yol geçirmek için izin istemişler. Oradaki araziyi satın alan zat demiş ki “karım kanser hastası, burada şifa bulması için ona bir ev yapacağım.” Deyyus! Atacak yalan mı kalmadı diye dertleniyorum, gerçekten. Velhasıl yol bizim amcanın arazisinden geçtiği için hukuken söz hakkı amcada ve yolu bozdu. Sonra tekrar doldurdular, sonra tekrar bozdu. Biz burayı telle çevirelim o zaman bozarlarsa haneye tecavüz oluyor diye yol bulmaya çalışırken, sermaye başka bir yolunu buldu, dedi ki neden şu orman arazisindeki yangın sonrası yeni filizlenmeye başlayan çamları talan edip başka bir şantiye yolu kurmuyorum. Ahali alanda toplandı. Yaşlı, genç, köylü, yeni-köylü hepimiz oradayız. 65 yaş üstü komşularımızın da kalbi bizimle atıyor. Arazi telle çevrildi, sınırlarına zeytin fidanları dikildi. Ama güvenip bırakamıyoruz. Kime nasıl güvenelim! Orman Genel Müdürlüğüne haber verildi, jandarma geldi. İlgili yasaya baksan kanun çok açık, Orman arazisi olan bir yolda genişletme çalışması izinsiz yapılamaz. Ama yapıyorlar. Ormanı çağırıyorsun, gösteriyorsun ben bunlara ceza kesemem diyor. Kepçeye el koy yoksa buraları talan edecek diyorsun, ne malum diyor. Jandarmaya suç duyurusunda bulunuyorsun, Savcı Bey şöyle de böyle de filan yapıyor. Sen halk olarak hukuki mücadeleyi seçiyorsun onun peşinden gidiyorsun ama şantiye bürokrasiden hızlı işliyor. Derken köylü güzeli bir abla çıktı “Biz” dedi Orman Genel Müdürü beyefendiye “ormandan çalı çırpı toplasak, kamyoneti durdurup bunu nerden aldınız izniniz var mı diye soruşturup cezayla korkutuyorsunuz, burada kepçeyle elli tane ağaç söküp yol açıyorlar hiçbir şey yapmıyorsunuz!” Hiçbir şey diyemedi müdür. Savcı Bey bu konuyla bizzat ilgileniyormuş, kepçeye el konulmamasına kanaat etmiş. Mevzu çok açık ve net. Bu süngerle bu mutfak temizlenmez, anca pisliği oradan oraya taşırsın.
Sevgilim gelip de süngerin pis olduğunu söyleyince ovalamaktan bitap düşmüş halime hiç hayıflanmadım. Güzelce yıkadım süngeri ve parlattım ocağı. Sonra kepçenin ormanı talan ettiği haberi geldi ve alana çıktık beraber, dayanışma ve birlik havasında. Laf anlatarak netice alabileceğimizi hiç zannetmedim, zannetmiyorum. Devleti sermaye kurmuş, devlet gidip insana mı hizmet edecek. Hayır. Bu beni umutsuz mu yapıyor, hayır. Artık ayılmamız lazım, hep beraber. Bu düzen eskidi ve artık bize hizmet etmiyor. Bizi kölesi etti ve onun sözünden çıkamıyoruz. Rütbeli olduğu apoletlerinden okunan jandarma kardeş de öyle diyor: “Bakın, sağda solda Jandarma halka karşı sermayeyi koruyor diye konuşuyorsunuz, yapmayın çok üzülüyorum. Biz de emir kuluyuz” diyor. “Emekli olunca ben de Orhanlı’dan yer almak burada soğan ekip günümü geçirmek istiyorum” diyor. “Ben de bu jeotermali istemiyorum” diyecek ama rütbesi izin vermiyor. Bu süngeri temizlememiz gerek, olmuyorsa atıp yenisi bulmamız gerek. Rütbeler ve emirler altında kalıp kendi zehrimizde boğulacağız yoksa. Oysa gerçek güç rütbede emredende değil, ona müsaade edende: halkta. Bunu hatırlayıp kirli süngerleri attığımız gün, tertemiz bir gelecek için el ele vermiş olacağız.

:

İlginizi çekebilir